sinema... sizin hayaliniz

OYKULERINIZ VE SIIRLERINIZ

anasayfa
IMDB TOP 250
KISA FILMLER
SINEMA TARIHI
ACADEMY AWARDS (OSCAR)
SOUTH PARK GALERI
GOLDEN GLOBES
OSCAR EXTRA
OYKULERINIZ VE SIIRLERINIZ
iLETiSiM
CHARLIE CHAPLIN

Eger yenıden baslayabılseydım yasamaya
İkincisinde daha cok hata yapardım
Kusursuz olmamaya calısmaz sırtustu yatardım 
Neseli olurdum ilkinde olmadıgım kadar
COK az seyı cıddıyetle yapardım
Temızlık sorun bıle olmazdı asla
Daha cok rıske gırerdım
Seyahat ederdım daha fazla
Daha cok gunesın dogusunu ızler
Daha cok daga tırmanır
Daha cok nehırde yuzerdımm
Gormedıgım bır cok yere gıderdım
Dondurma yerdım ve daha az bezelye
Gercek sorunlarım olurduhayalı olanların yerıne
Yasamın her anını gercek ve verımlı kılan
    insanlardanım ben
Yenıden baslayabılseydım eger yanlız, mutlu anlarım 
      olurdU
Farkındamısın bılmem.Yasam budur zaten:
Anlar sadece anlar.Sende anı yasayın
  Hıcbır yere yanındanda termometre,su,semsıye,ve           parasut almadan
  Gıtmeyen ınsanlardanım BEN.
 Yenıden baslayabılseydım eger,hıc bır sey tasımazdım
     EGER YENIDEN BASLAYABILSEYDIM senı SEVMEYE
  İlk baharda pabuclarımı fırlatır atardım
VE SONBAHAR BITENE KADAR YURURDUM CIPLAK AYAKLARLA
  Bilinmeyen yollar kesfeder,gunesın tadına varır,
          SENI SEVMEYE DEVAM EDERDIM!!!
 
---------ŞULE ---------------

DOKUNAMADIĞIM SEVDAYA

 

Yavaş yavaş yürüyorum, yağan karın ritminde. Bastığım her arnavut kaldırımında izim siliniyor. Ardımda kalan kalabalık sokaklarda tüketiyorum birşeyleri. Karaçalıyor caddeler. Işıklar yanmaya başladıkça evlerde, kasvetim artıyor. Ayak sesleri çekildikçe, ıssızlaştıkça ortalık daha da yükseliyor çaresizliğimin sesi..

Köşebaşını dönüp, oturduğum binaya baktığımda tek ışığı yanmayan benim pencerem�

İşte yine aynı tokat,tek başınalığımı vuran anahtar sesi. Ölüm sessizliği ve soğuk.

Akşam ne kadar dağılmış buralar. Yastıklar yerde, orda burda ıslatılan kağıt mendiller, duvarda yan duran bir resim. Masada devrik şişe, kadehte birkaç damla kırmızı kalmış öfkemden. Vazo kimbilir kaç gündür kırık duruyor kapının dibinde. İn cinle top oynamışım kendimi kaybettiğimde belli ki.


Şarap kokuyor her taraf, çürümüş yaramı andırıyor mayhoşluğu. Meze yapmak isteyipte, beceremediğim mektuplar kırışmış başucumda. Şiirler hep yarım. Şarkılar bitmiş, son boşlukta ki cızırtılar inletiyor akşamın bu saatlerini.

Gece çöküyor, sensizliğim aydınlandıkça.

Uykunun en dayanılmaz saatlerine kafa tutarken isyanlarla, içli bir ney çalıyor yıldızları savuran rüzgar. Eşlik edemiyor ritmi bozuk adımlarım. Alabildiğine vuruyor sesini gönül duvarıma. Depremler büyüyor dolunayın gölgesinde, çatlıyor yatağımın boş yarısı. Sessizce kucak açıyor yıldızlar gözlerine. Bakışın takıldı aklıma, içimden geçeni bilmeden hani..Bilmiyorum kaçınca uykundasın,ben ise kaçıncı yalnızlığımda.

Geceyi toplayıp eteğime, nasıl çıkıyorum bilmiyorum berduş sabahlara. Soğuk bir yastık hala başımın altında, hayallerimi tavana asmışım, erteliyorum. Ateşten geceliğimi çıkarıyorum ayaz kesen bedenimden. Güneş yıldızları saklarken bir perde çekiyor karabasanlarıma.

Yüzüme çarptığım bir avuç su arıtıyor karanlıklardan. Oysa ki ıslattıkça gözlerimi, dudaklarım biraz daha kanıyor. Ne kadar serin olsa da bu şehir, kızgın kumlar var ya tenime yapışan, kavuruyor. Yeşil gözlerinde ki soğukluk titretiyor ateşimi.

Yalpalıyor güneş şehrin üstünde. Kayan yıldızların gümüş tozları ışıl ışıl Marmara�nın çalkantılarında. İstanbul türkülerini söylüyor yeditepeden....yanık yanık martı çığlıklarıyla.

Sen karşı kıyıda ki ukte sevdam, dokunamadığım, uzanamadığım� Mart gülüşünle duruyorsun karşımda, parlayan güneşin, dondurucu soğukluğuyla karşılıyorsun günaydınımı.

Ardımda kalan caddelere, kilitlediğim dört duvara hapsettim görünmeyen yanımı. Karanlıklar zaten yalnızlığımın en büyük dostu. Haykırışlarımı yutan bir girdap şu boş kağıtlar. Kalemim bekçisi olmuş sensiz yarımın. Kafiyeleri dizmek için, şişeleri biriktiriyorum günlerdir, kızıl sevişleri içerek damla damla.

Ah bu geceler olmasa, yosun gözlerini nasıl çalarım yağmur ormanlarıma. Adını nasıl dökerim?

Kalabalığına dalıyorum şehrin. Gürültüsü o kadar suskun ki aslında isyanımın yanında.

Ben seni satırlara gömüyorum, sen bilmediğim dünyanı buğulu gözlerine.

Şarkılarını söylerken bakıyorum sana. Yumduğun gözlerinde, içli sesinde bilinmeyen yanını, yitik sevdalarını ve sende ki beni düşünüyorum..

Bilmiyorum var mıyım dudağından dökülen diyezli nağmelerde.

Kendime soruşlarım başlıyor, nedenleri, niçinleri. Hayatı sorguluyorum, dünyanın dengesizliğini. Tabuları yıkıyorum bir yandan, diğer taraftan olmazları beyaza buluyorum. Gerçekler ayaklarımdan tutuyor, adım atamıyorum korkularımdan.

Karşına geçip küçük dünyamı açamıyorum sana. Ne sesim düşüyor gecene, ne de gözlerim karanlıklarına.

Neden diyorum dünyaya gelmek için bu aceleciliğim ya da sen neden geç kaldın sevdama.

Bakışlarında filizler, dudağında çatlaklarla İstanbul gibi doğruldukça karşımda, canım yanıyor bebek yüzlüm�içim gidiyor,yanımda olup uzak durmana�

Tek başımalığımı yüzüme vuran anahtar sesini unuttururcasına, şarkılarını söyle��..

Onlar da olmasa katlanılmaz bu sevdaya�.

23/02/04... Arzu Altınçiçek

 --------------------------------------
BAŞKA BİR KADIN 
    kadınlarım vardı; saçları uzun, saçları kısa,
    kadınlarım vardı, hepsi birbirinden başka,
    her kadında başka bir ben
    her kadında başka ayrıcalıklar bulurdum
      alıp beni taşırlardı,
    bir yerlerden başka bir yerlere.
 
    kadınlarım vardı;
    ve ben onlara toz kondurmazdım.
    hepsi birbirinden değerli,
    hepsi birbiribden güzel ve çekici.
    belki de benim için öyleydi,
    karganın yavrusuna bakışları gibi,
    her kadın ;
    gözümde başka bir güzellikteydi.
    ve başka bir kadın, başka bir ben demekti.
 
    duygu'yu sevdiğimde arkadaşlarım,
    devrim'i sevdiğimde kitaplarım değişmişti.
    mağazalarda  giysi telaşındayken,
    bana kadınlık yapan bambaşka biriydi.
    her yol başka bir kadına,
    her kadın imkansız bir vakaya dönerdi bende...
    ve hayalimde hep,
    başka başka kadınlar vardı.
    ve ben onları severdim,
    zikr ederdim düşüncelerimde.
    severken birini, ihanet ederdim diğerlerine.
   
    ne kadınlar çizdim, canlanmadılar,
   ''NE KADINLAR SEVDİM ZATEN YOKTULAR'' 
                        AZİZ ÖREK
----------------------------------------------------------------------------------------
kızıma mektup ( devam)
  karne günlerimizdeki sevinçlerimizi,
  nasılda paylaşırdık sevdiklerimizle.
  hiç bir vasat dersinin olmadığını,
  nasıl da anlatırdı annen gururla.
 
 
  günler geçiyor, sen büyüyordun.
  ilk öğretim lise derken,
  üniversite kapılarına dayandın.
  avukat olacam diye tutturmuştun,
  ezilen bütün halkların haklarını koruma adına
  avukat olacam diyordun.
 
  saçlarımızdaki aklarla savaşırken
  mezuniyet töreninde  seni alkışlıyorduk
  sana bişey söylüyeyim mi kızım
  çocukluktaki kadar şirin değildin o yıllarda
  gün geçtikçe bizden uzaklaşıp kendin oluyordun,
  yani 'SU' oluyordun 'SU',adın gibi.
                                            
  bitmedi kızım;
  günün birinde 
  daha sonra hiç sevemediğim sevmek için de mücadele etmediğim
  birini getirdin bana.
  evleneceğim zat-ı muhterem bu diye
  o gün bir gerçekle daha karşılaştığımda
  kuytu bir yerde ağlamıştım size belli etmeden.
  içim içimi yiyiyor kabullenemiyordum.
  biricik aşkım kızımı,başkaları alsın diye mi büyütmüştüm?
 
  yıllar geçiyor zamanla alışıyordum bu duruma
  hele birde torunlar yetişince,
  ki her ne kadar senin yerini doldurmasalar da
  acımı dindirdi diyebilirim sana.
 
  günler geçiyor,
  ve ben her gün, biraz daha
  biraz daha yaşlanıyorum.      
                             AZİZ ÖREK
-----------------------------------------------
kızım'a mektup
  uykum kaçmıştı,daha sen gelmeden,
  gözlerim tavanda  seni düşünüyordum her gece.
  baba olacaktım çünkü, cimcimeli bir kız babası.
  nasıl bir duyguydu acaba, marakla seni bekliyordum.
  saatler günler günler aylar kadar uzun sürüyordu.
  derken, bir sabah vakti sen çıka geldin, hemde ağlaya ağlaya
  öyle çirkindin ki kızım
  bumu bizim kızımız diye düşünüyordum öperken seni.
  zaman geçtikçe geçiyor,
  hergün ,biraz daha güzelleşerek  büyüyordun.
  sabırsızlıkla baba diyeceğin günü bekliyordum.
  işte o zaman gerçekten baba olacaktım
 
 
  çok sürmeden o gün de geldi.
  bir gün izlerken seni
  ağzından o sihirli sözcük dökülüverdi.
  ben,
  yani, o baba dediğin kişi ne haldeydi biliyormusun
  mutluluktan havalara uçuyordu
  o duygu anlatılmaz kızım,
  yaşanır ve yaşatılır.
 
 
  o günleride geride bıraktığımızda
  sen büyüdün ve okul çağına geldin
  seninle okula gittiğimiz ilk günü hatırlarmısın?
  hani sen ağlamıştın ve ben dersler bitene kadar senle kalmıştım.
  unutmassın değil mi!
  nasıl unutursun?
                AZİZ ÖREK

GÜNEŞİ UYANDIRMAKTAN GELİYORUM

 

Hep karanlığın gizeminde kaybetme nedenlerimi bulmaya çalıştım. Tuttuğum nefeslerim geldi aklıma. Kelimeleri susturmak için yutkunmalarım. Bakışlarıma düşmesin diye gün ışığı, gözlerimi yumardım. Dizlerimi bağlardım sana koşmamak için. Ellerimi dolardım kendime.Yakarmak istemiyordum seni Tanrı�dan. Olmayacak duaya amin dememeyi çoktan öğretti hayat. Beklentilerle hareket etmemeyi ve sadece susuyordum. Yapabildiğim en güzel ve bana ait en özel tavrımı takınıyordum sana.

Sana ait güzeli-çirkini, iyiyi, kötüyü hazmediyor şimdi sevdam. Öğütüyorum duygumu. Belki adını koymak için, belki olan adından caymak için. Sana uzak kalıyorum. Bu, kendime yakın kılıyor beni. Kendimi mi senden çok seviyorum? Seni mi benden koruyorum? Bilmiyorum.. susuyorum...

Kaçışlarım belki kendimden, belki bende ki senden... Tutsak kalmak istemiyorum duygulara. Çılgınlıklara karşı direnci yok bedenimin.. Boşverdimciliği zaten öğrenmedim.

Zaman su gibi akıp gidiyor hüzün birikintimden. Bir titreme beliriyor durgun sahillerim üzerinde. Düne kadar hep aynıydı gidişlerin. Beni bana, beni sensizliğe bırakışların. Dingin sularımda işkencelerim başlardı. Boğulduğumu zannederdim tenin yerine gözyaşımda. Kururdu sevdam pınarlarım boşaldıkça..

Ne demem gerek şimdi... Nasıl şekillendirmeliyim elimdeki çamurdan hayatı.

Bir su döküp temizlemek mi? Ya da üstüme başıma bulanmasına izin mi vermeliyim? Bu yüzden uyandırdım ya güneşi. Sensiz daha aydınlatsın diye yolumu, sadece sen için çarparken üşüyen yüreğimi ısıtsın diye... Geldiğim tozlu yolları arındırsın diye geceden.

Dedim ya, içim içime sığmıyor diye. Çocukluğumu yaşamaya karar verdim bu sabah. Önce çamurdan heykeller yapmaya başladım. Gerçek hayattaki sanal yüzleri koydum. Sonra ruh vermek için sanalda ki gerçek yürekleri. Küçük arabalar yaptım, bir de oyuncak bir tren. Canımı acıtanları bindirip göndermek ya da sıkılanın binip gitmesi için. Misketlerimi yuvarladım balıklara. İp atlattım kelebeklere. Topaç çevirir gibi çevirdim anılarımı. Pembe bulutları takıp yıldızlı değneğime pamuk helvalar yapıyorum çocukluğunu özleyenlere. Şimdi yola çıkıyorum... sensiz doğan güneşin tadını çıkarmaya. Eminim ki bundan sonra da tüm yalnızlar için ben uyandıracağım güneşi...

 Arzu Altınçiçek

AMA NE KOPTER!

 

  

    Kocaman bir kuş catıların arasında büyük bir gürültüyle dönüp duruyor. Biz çocuklar oyunumuzu yarıda kesip, başımızı gökyüzüne kaldırdık ve kırmızı çatıların üzerinde dönüp duran büyük kuşu izlemeye koyulduk.

Beynim sulandı ben serçeyi ve kargayı bilirim ama bu büyük kuşu daha önce hiç  buğday tarlalarının üzerinde uçarken görmedim. Dedemler başak tarlalarında kargalar ekinleri  yemesin diye  içi samandan, fötr şapkalı, kocaman elli  korkuluklar dikerler. Eklem yerleri yok diye mi korkar kargalar onlardan ben gibi. Ben yokken bu büyük kuş gitmiş olmalı ekin tarlalarına ,  o da korktu ondan besbelli.ondan korkusuna bir daha uğramamış olmalı ki ben göremedim. Kargalar daha cesaretli bundan , korkuluk olsada tarlanın ortasında, ucundan, kıyısından ekinleri yine dideleyip bırakırlar uzun gagalarıyla.  Birkez televizyondan duymuştum bu kuşun adını.  Helikopter!

Çevredekiler seslerini yükselttiler Alikopter.....! 

- Yok ben televizyondan Helikopter diye duydum bunun adını ... Eee bu kadar insan yalanmı söylüyor yani Alikopter deyipte. Ali yi ders kitaplarından biliyorum. Ali topu tut. Birde Veli yi bilirim arkadaşı , Ali topu atınca , Veli olanca hızıyla topa koşar ve tutar.  Daha geçen hafta öğrendik bunu Ali topu at! Veli topu tut!  Hic  ayrılmazlar resimli ders kitaplarında birbirlerinden.  Yok hayat Ali ve Veliyle başladı . O zaman bu Heli kimki??? Bu kuşun adi Helikopter olsun..

 İnsanlar haklı bu kuş ya Alinin kopteri ya Velinin.  .... ya Heliyse??  Belkide tv de Velikopter dedi ben Helikopter anladım. Tabii yaaa işte bu! Üff o zaman niye bunlar Alikopter diye bağırışıp duruyorlar çevremde. iyisimi ben bir daha  ders kitaplarıma bakayım belki bu kopterle ilgili birşey yazar. Şimdi onlara uyup Alikopter desem, veliye haksızlık yapmış olurum üzülür,  ya Veliyse! 

 Susmak en iyisi bu durumda . Bir daha .. Ne kopter , ne kopter !!!!!!

----------------------------------------------------------------------------

 duygusal bir arkadaşlık edasında,

   şimdi yağmur yağmalıydı,
   akabinde;
   hasretlik bir toprak kokusu,
   gırtlama bir çay keyfi,
   ve içinde, dost ihanetlerini barındırmayan
                                 sade muhabbetler ,
  garip çocuk böyle havada affetmiştir
                             onu yalnızlığa iten babasını.
  her zaman bulunmaz, deşarj anlarıdır bunlar,
  serçenin yuvada aşka geldiği andır.
  o an;
  yağmur çırılçıplak ortadadır,
  hem de en masum haliyle.
  genç aşıkların,
  kırdınlıklarından pişmanlık duyduğu,
  otantik bir nisan yağmurudur bu.
 
  ki hiç bir zaman,
                       böyle anlamlı olmamıştı.
                              AZİZ ÖREK
--------------------
mavinin şiiri
    maviler vardır,
                deniz mavi, gök mavi.
    ve maviler vardır, başkadır,
                güzel gözlerin gibi.
    mavilerdir beni sana bağlayan,
                maviş kedideki maviler.
     AZİZ ÖREK
-------------------
bilsen ihaneti nasıl severdim.
  hele de sen yokken bir başka olurdu.
  kandırırdım seni hep, bir başkasıyla olurdum.
 
  bilsen ihaneti nasıl severdim.
  başka kokular çekerdi beni,
  başka tene bulaşırdı tenim,
  nasıl olsa sevgi de yoktu aşkta,
  mutlulukta yoktu SEN'li geçen günlerimde
 
  bilsen ihaneti nasıl severdim.
  sadistlik bulaşırdıkanıma,
                                        başka birisi olurdum.
  bu şehre layık bir insan gibi,
                                        bir hayvan gibi,
  bir gün orada bir gün burada.
  bilsen ihaneti,
  sana ihaneti,
  öyle bir severdim ki...
        AZİZ ÖREK

Bir kurşun kalem, iki çocuk

 

   Şimdi bu gerçeği dinlemeye hazırmısınız dostlar?
Bir kurşun kalem ve iki kız kardeş, okulları açıldı, ablaları onlara bir
kurşun kalem alabildi. Birisi sabahçı, diğeri ise öğlenci. Bu kurşun kalemin
hikayesi çok uzun. Kalemi babaları kör bir bıçakla açarak önce Ayşe ye
verdi.
- Al kızım iyi kullan.
Öğlenden sonra da Fatoş kullanacak. (Tabi Fatma büyük şehre uyup oldu
Fatoş)
Okullar açıldı, Ayşenin bir kurşun kalemi, bir silgisi ve de defteri var.
Ders, tanışma derken öğlen oluverdi. Öğretmeni ödev verdi Ayşe ye, fakat
Ayşe yolda kalem, kalem diyor. Çünkü kalemi şimdi Fatma ya vermeli, peki
ödevini nasıl yapacak? Ancak akşama beraber yapacaklardı. Nitekim okulun
önünde kardeşine verdi kalemi. O da aynı aşamalardan geçti, akşam evde
senin, benim kavgası başladı. Anne Hacer dayanamaz, komşuya gider. Komşudan
atılacak ya da elle tutulmayacak bir kalem ödünç alır. Komşularıda
kendilerinden iyi değiller ki, aynı yolun yolcuları. Yazık ki günler böyle
geçmeye başlar. Bana ulaşan Aysun öğretmen okula gittiğimde ağlamaklı. Bende
gördüğüm manzara karşısında donup kaldım. Yarı yıla kadar Aysun öğretmen
çabaladı ve artık birileri bir şeyler yapmalı diye düşündü. Çünkü artık
kalem ve silgide kalmadı, durum daha vahim. Kış, üst baş ve bir naylon
ayakkabı. Renkleri bile farklı, eşleri delindiği için renkleri farklı
giymiş. Çorabı yoktu, Allahım bunu ben neden yaşıyorum diye haykırdım. Müdür
bey bu ne ki? Gelin benimle dedi ve gittim....
Oradan kaçarcasına ayrıldım. Döndüğümde okulun bahçesinde müdüre zor
ulaştım. Ah kara gözlü, pembe yanaklı yavrular ah. Ben ölmeliyim sizin
için...
Sonunda benim değişik ayakkabı giyen kızlarım oldu ve aileyle tanıştım. Umut
oldu iki kızdan sonra, umudu bulmak için ana, baba gayret ettiler. Gel de
ölme şimdi bu ne? oğulları olmalı ya kızlar ne ki umut olacak isim? Şaban,
şükrü ne fark eder. Bilinçsizlik, yakacak ve yiyecek yok, işi yok en
önemlisi. Günler aylar böyle geçti, bir yıl sonunda ziyaretlerine
gittiğimde,
Hoş beş ettikten sonra, bir ses içeriden şeker mi getirdi diyen bir çocuk.
Aile huzursuz, girip çıkmalar falan. Evet şeker getirdim gel bakayım diye
içeri seslendim. Ne göreyim, güzel mi güzel, zeytin gözlü, gözleri
çapaklanmış, öksürük boğuyor.... Hani diye fırladı geldi.
Yeter bu...
Hacer bu ney?
Allah verdi ablam,
Kızacağını bildiğim için sakladım diyor.
Ama, Hacer bundan önce Allah sana bir beyin ve bir beden vermiş,

Allahı dinlesen bunları kullanırsın.
Hacer ah Hacer! ! ...
Başını eğdi sustu, ben ağladım. bu savaşa biri daha,
hoş geldin yeter hoş geldin.
yeter yeter analar babalar bu çocukların günahı ney? biraz düşünün,
beni bitirmeyin. Ne olur bu yeterleri yitirmeyin, umudu yetiştirin.
Yeter, zatürre olmuş canım çiçeğim. az kaldı kuş olup uçacaktı. yeter tedavi Gördü sağlığına kavuştu yetsin artık diyorum ve akli veren yüce Allaha, onu Kutsal sayın ve verdiği akli güzel kullanın derim.
Bu gün yirmi üç nisan, bayramınız kutlu olsun yeterler umutlar tüm çocuklar. Sizi çok seviyorum. kucak dolusu güllerle karışık sevgi yolluyorum canlarım...

Sosuğ

 kar yağmaya devam etsede,
   eve gitme zamanıdır.
   yanlızlığın keyfinde kalarak,
   belki bişeyler dökülür,
            kalemimden kağıtlara.
   belki bir anı,
   belki de birilerini hedef alan,
            anlam  dolu bir şiir.
   neden yazılmasın ki
   kırmızı bir şarap eşliğinde,
   beyazlara dalarken
   pencereden...
            AZİZ ÖREK
------------------------
 O güzelim aşklar yaşanmaz artık,
                   bir pazar kıskacındayken  aşklar.
   her sabahı her akşamından farklı yaşanır
   bu şehirde,
   bu insanların,
   bu tarifi imkansız aşklarında.
  
   Hiç kimse,
            aşk yüzünden  tutsak değildir bu şehirde
  özgürlük bulaştırılmış,                                  
                    sınıf atlatılmıştır
  bu şehirde                                                               bu insanların
 bu sınır tanımaz aşklarına.
 
 Aşkın amacı insanları mutlu etmekse,
 en büyük aşk buydu belkide .
 alan memnun, satan memnun 
 bu şehirde
 bu insanların
 bu çılgın aşklarında.
 
 ve bu yüzdendir ki bütün mesajlarda 
                              aşkların bitiş trafiği yer alır. 
          AZİZ ÖREK